İngiltere ve Irak maçları üzerine

-
Aa
+
a
a
a

Nedense Irak ve spor yazıları üst üste geliyor. Bugün de iki farklı konuya değineceğim. Ama aslında bana göre ikisi de aynı temel nedene dayanıyor. Daha doğrusu birisi yarın dayanmış olacak.

Yarın İngiltere için Avrupa şampiyonası finalleri için önemli bir maç oynayacağız.

 Sinan Çakaloz'un cuma günü epostaya verdiği ve % 45 olasılıkla berabere biter dediği maç hakkındaki değerlendirmesini maalesef bugün yayımlayabiliyoruz (üstte, tıklatın).

Eleme maçlarına kalmak istemiyorsak kesinlikle kazanmak zorundayız. Futbol uzmanlarının dediklerine göre biz İngiltere’den daha iyiyiz ve kazanacak güçteyiz. Hatta kazanacağız. Bu sözü genelde tüm medya ve teknik direktörümüz ve herkes söylüyor. Gönüllü muhalif yazarınız bir futbol uzmanı olmamasına karşın bunun tam tersini düşünüyor. (Aksine şaşardım diyebilirsiniz.) Futbolcularımızın bireysel veya takım özelliklerinin şu anda İngiltere’den daha iyi olduğu doğrudur (Uzmanlar öyle diyor). Ancak bu, maçı kazanacağımız anlamına gelmez bana göre. (Bu arada eğer bu sav doğru ise, neden bizim futbolcuların değerleri meslektaşlarından istisnalar hariç daha az ve neden kulüp başarılarımız dahi eser miktarda, onu da uzmanlar açıklamalı.) Bana göre yarınki maç % 45 olasılıkla 0-0 veya 1-1 berabere bitecek, % 45 olasılıkla 0-1 İngiltere galibiyeti ile bitecek, % 9,9 1-2 İngiltere galibiyeti ile bitecek, % 0,01 olasılıkla Türkiye herhangi bir sonuçla kazanarak  ve istediğini elde edecek. Bu yargıya varmamın tek nedeni, takımın şu anki form düzeyi ne olursa olsun, İngiltere’nin de ne kadar sorunu olursa olsun, bizlerin kurumsal ve uzun vadeli bir eylemi maç dahil yapamayacağımıza olan inancımdır. Özellikle de bu baskı altında sonuç alabileceğimize inanmıyorum.  Eğer aksi olursa hiç ama demeden “ben yanılmışım” diyeceğim öncelikle, ve özür dileyeceğim ilk yayınlanacak yazıda. (Sonra varsa yine de itirazlarım, başka bir yazıda dile getireceğim bunları.)

 

Ne değişti?

 

Irak’ta askeri varlık olarak yer almamız kesinleşti. Bu biraz herkesin bildiği ağa-ırgat fıkrasını anımsattı bana. O zaman neden orada en baştan yoktuk da şimdi varız, anlayabilmiş değilim. Hiç değilse bari en baştan gitseydik, hem daha fazla kredi alırdık, hem de baksanıza Sn. Sedat ERGİN ve Sn. Fikret BİLA’nın açıkladıkları belgelere göre daha neler elde ederdik. (Bu cümlem sakın yanlış anlaşılmasın, görüşüm değişmedi. Sadece şimdi gidenler için düz mantık yürütüyorum.)

 Bağdat Oteli önünde, işgal güçlerini hedef alan bombalı saldırı (Reuters).

Ne değişti? Anımsayın sayın okurlar, ben o zaman da o tezkereyi reddetmediğimizi, ulusça da görünürde karşı olduğumuzu söylemiştim. Irak’ta hiçbir şey değişmedi. Biz gitmek zorunda hissediyorduk kendimizi, şimdi o isteğimizi yapıyoruz. Birçok kişi diyebilir ki –zaten diyorlar- “biz gitmediğimize seviniyorduk ama, artık koşullar değişti, gidelim diyoruz.” Sayın okurlar, değişen koşul sadece ABD askerinin daha fazla ölmeye başlamasıdır. ABD’nin bu bataktan daha az hasarla çıkması gerektiğini gücü ile kabul ettirmeye çalışması ve ettirmesidir.

Eğer biz böylesi bir mantığı kabul edersek, yani önce bir askeri operasyona karşı çıkıp sonra iş uzayıp operasyonu düzenleyenin kayıpları artmaya başlayınca “E, ne yapalım?” demeye başlarsak, bunun sonu ne olur? 

Lütfen herkesten bir kez daha aynı cümlelerle rica ediyorum: Kavramsal ve genel düşünün. İsimleri, ülkeleri çıkarın aklınızdan. Genel kavramı düşünün. Bir süper gücün tamamen kendi inisiyatifi ile diğer bir ülkeye gerekçesi her ne kadar ulvi (!) ve haklı (!) dahi olsa askeri olarak dolaylı veya dolaysız müdahale hakkı var mıdır? Soru bu kadar açık, net ve amasızdır. Var veya yok. Bu kadar kısa, bu kadar açık.  Eğer cevabınız var ise, yarın Pakistan (Pakistan’ın ne kadar demokrat olduğunu sizin takdirinize bırakıyorum ama, kesin olan nükleer silahlarının varlığıdır), Hindistan (her ne kadar en kalabalık demokrasi olduğu söyleniyorsa da, hâlâ kast sisteminin de köleliğin de varlığı sanırım yadsınamaz ve hele de nükleer silahlarının olmadığı ileri sürülemez), Çin (Çin’in de ne kadar demokrat olduğu tartışılır ama sanırım onların da nükleer gücünün olduğu inkâr edilemez)  rahatlıkla bir süper gücün ve süper güç ortaklığının hedefi olabilirler. Mantık aynı mantık. Sayın okurlar, bu mantığın sonu nereye gider?

 

Bu satırları yazmak ne özelde Saddam Hüseyin’i, genelde diktatörlüğü savunmak, ne Türkiye’nin haklarına ve güvenliğine sırt çevirmektir. Tam tersine çıkarlarımızı, güvenliğimizi bir ülkenin (süper güç de olsa) kararlarına değil, genel, uluslararası kabul görmüş kural ve kavramlara bağlama isteğidir yazdıklarım.

 

İşte Irak konusundaki düşünce sistematiğimiz nedeni ile ben İngiltere maçında da başarılı olamayacağımızı düşünüyorum. Sonuçta her ikisi de bir sürecin sonucunda elde edilen veya edilemeyen kazanımlar.

 

(Bu yazı 10 Ekim tarihinde kaleme alınmıştır.)